3 Ekim 2008 Cuma

sonuncusu

Daha sonra olaylar gelişti, kolumu kaybettim, sokakta derim yüzüldü, ve entegre et tesisine gönderildim, kaçınılmaz son yaklaştı. Yaşamayı becerememiştim. Entegre et tesisinde özel bir yöntemle ayıkladığım kafatasımdan bunlar çıkmıştı. Pek elle tutulur şeyler değildi doğrusu. Getirildikten bir hafta sonra bu tesisten götürüldüm. Kimse benimle gelmedi. Zaten bunca et yığını arasında dost edinmek güç işti. Büyük bir kentte bir kasaba satıldım. Kasap beni tuttuğu gibi (derim zaten yüzülmüştü) bir çengele astı ve vitrinine koydu. Beni satın aldılar. Kasapta asılı olduğum çengelden indirildim. Önce büyük bıçaklarla büyükçe parçalara ayrıldım. Sonra bir kısmım kıyma makinesine girdi. Kemiklerim, kaburgalarım güzelce ayıklandı. Yenmeyecek parçalarım çöpe atıldı. Kalanlarımı bir torba içinde eve götürdü sahiplerim. Akşam yemeğine misafirdim. Her yanımı iyice kesip didik didik ettiler. Sonra güzelce pişirdiler. Yahni oldum. Akşam yemeği vaktiydi. Çatal bıçak şıngırtıları. Ağız şapırdamaları. (Benim çok lezzetli hayallerim var, buyrun, siz de yiyin! Siz de oturmaz mıydınız?Biraz yalan buyurmaz mıydınız? Benim şevkat soslu parçalarım var sıcak sıcak, buyrun beraber yiyelim. Benim çok güzel anılarım var, buyrun kana kana için!) En son bunları düşünüyordum ki..Sofradaki sesi hemen tanıdım. O. Ve etrafında oturan eciş bücüş sevgilileri. Benim yahnimi yiyorlardı. Evet, tanrı, sen kazandın. Beni susturmayı başardın. Evet, şeyhülislam, sen haklıydın. Evet John, şarjörlü silahla rus ruleti oynanmazmış. Bütün herşey bu yemek sofrasında birleşiyor. Afiyet olsun.  

         “Sevgilim, tuzu uzatır mısın?”

Hiç yorum yok: