İkinci intihar girişimim, asansörlere olan merakım başladıktan hemen sonradır. Bu sefer iyi hazırlanmıştım, bir elimde hiç parmak kalmamış olmasına rağmen yani. Vasiyet bile yazmıştım! Teker teker tanıdığım bütün insanlara seslenmiş, onlara hadlerini bildirmiş, masumiyetimi onlara etkili bir biçimde ispatlamıştım. Özellikle masumiyet yalanlarıma kendimi de inandırmaya özen göstermiştim. Tam boynumu ilmiğe geçirmiştim ki, telefon çaldı. Arayan Tanrıydı. Suskunluğundan anlamıştım. Önce yanlış numara deyip kapatmayı düşündüm. Sonra vazgeçtim, biraz konuştum.
Teletanrı :
“Alo?Alo Tanrı sen misin?Ya benim bikaç sorum olcaktı aslında iyiki aradın. İnsan kendi ruhunu çağırabilir mi Tanrı? İnsan kendini deşifre edebilir mi? İtiraf kimin adına açılan bir hesaptır? Bu hesaptan kimler ne şekilde faydalanırlar? Karşımızdaki insan ne duymak ister, Tanrı? Erkek olmadığını biliyorum, kadın da değilsin belli ki...Gerçekten biseksüel misin söylesene!? Beni cezalandıracak mısın? Dua ediyorlar, duyuyor musun onları? Birbirlerinden ayırdedilebiliyorlar mı? İnsanlar kimin için, ne istiyorlar? Karşındaki kullar ne duymak istiyorlar, Tanrı? BEN BU ANONSLARI DAHA ÖNCE DE DUYDUM! Peki ya sen kime hesap vermek zorundasın? Sen de saçlarını örtüyor musun?Çuvaldızın yıldızı bu gece kim olacak dersin? Senin de bir taşağın eksik mi? Gizli eşcinsel misin? Şizofren misin? Liberal misin? Entellektüel misin? Dönek misin? Bilincimde açan mavi bir çiçek misin? Feng shuiyi sen mi yarattın? Neden tanrılık? Neden peygamberlik? Neden kurallar? Duymak istediklerimiz bunlar mı, Tanrı? Sen yarattın, sen daha iyi bilirsin bizim için iyi olanı, değil mi? Hesabın bu değil mi Tanrı? Beklemekten yorulan bir takım organlar hayıflanıyor vücudumda boş yere. Bunca yer, bunca gök, bunca zaman nereye gidiyor ya? Nerede kayboluyor? Verdiğimiz bütün nefesler, nefeslerdeki karbondioksit nereye uçuyor, nereye karışıyor? Bunca inanç, bunca ses, bunca tutku, bunca hırs, bunca birikinti, bunca hayalkırıklığı...dünya çapında ordularda eğitilen milyonlarca asker ne yapacak, Tanrı? Milyonlarca adam, savaş, düşmanı öldürme içgüdüsü, ülke çıkarları, bunlar birleşiyor, toplanıyor ve sonra...Ne olacak? Bunca nükleer bomba neden imal ediliyor, ihmal ediliyor? Bu kadar potansiyel...Bu kadar çok yalan, bu kadar çok pazarlık ne uğruna yapılıyor? Erkek vücudu günde yaklaşık 1milyon sperm hücresi üretiyor (benimki yarıya indi, biliyorsun). Ömür boyunca üretilen sperm sayısı, ve ortalama bir insanın sahip olduğu çocuk sayısı..Bunca potansiyel nereye gidiyor Tanrı?!! Beklemekten yorulan bir takım organlar yüzünden dünyanın en lezzetli yemeği bile boka dönüşüyor. Sen bütün düzeni bunun üzerine kurmuşsun. Çok yanlış! Bu mudur yani doğanın dengesi, çalış çabala, uf, ıf...Kalıtsal çürüme. Evrimleşen bozunma. Organik intihar. İçtiğim en lezzetli şarap, çiş olarak dışarı çıkacak, eminim, daha önce de böyle oldu, daha sonra da böyle olacak. Bu kadar potansiyel, patlamaya hazır bombalar, patlamaya hazır organlar, bir adım ötedeki mayın tarlası, mayın tarlasında yetişen ceset parçaları, ceset parçalarıyla beslenen tarla fareleri, tarla farelerinin bokları,bokların tekrar toprağa karışması, gübre, fertilizasyon, bir buğday bitkisi, bir buğday bitkisinin topraktan emdiği su, suyun beraberinde götürdüğü bok parçacıkları, buğdayı besleyen gübre, buğdayı toplayan kadın (ki bu kadın, yıllardır orada unutulmuş bir başka mayına basabilir) kadının yaptığı ekmek ve mayın ve ceset parçası ve tarla faresi ve bütün bu döngü nereye gidiyor? Beklemekten yorulan gözler var vücudumda. Karşılaşma anı, beklentilerin gerçekleşeceği nokta, ya da beklentilerin karşılanmayacağının anlaşıldığı nokta! Boşa giden bunca duygu, bunca kuruntu, bunca düşünce, bunca zaman..boşa giden ben..boşa giden o ve eciş bücüş çocuklarımız..atıldığımız kocaman kozmik çöplükte birbirimizden geri kalanlara bakıp boşu boşuna hayıflanan organlarımız. Gülümseyen eller. Suskunluğunu koruyan dalak. O'nu hala seven bisürü organ vücudumda çürürken çıkan hışırtılı ve SULU sesler...Ama öte yandan da, insan dediğin ne ki, bazen o kadar boşluyor ki kendini, etrafına, o olmadan devam eden hayata saldırıveriyor. İçinden binlerce anlam çıkabilcek cümle paketleri yapıyor bilinçaltı kumaşından. Kendi anlamadığı cümleleri, kendi söyleyemediği itirafları, kendi karar veremediği duygularını, içindeki çözümsüz ve koskocaman görünen ama özünde ufacık ve çok basit olan karmaşayı karşısındaki insan anlasın istiyor. Karşısındaki insan ne duymak istiyor? Kendisi ne duymak istiyor, Tanrı? Demek istedikleri kolaylıkla anlaşılsın, ve ona tam da duymak istediği şeyler söylensin, hatta bundan sonra kusursuz bir hayatı olsun, herşeyi karşılıklı olsun, hiç üzülmesin, tozpembe kusursuz filan hiç olur mu öyle şey? Bu hayatta mümkün değil, bu tasarım buna elverişli değil...Bencilce, belki, evet, dürüstçe ama yine de bencilce. Mesela değişik bişey duysam, birinden nefret edebilsem, o nefrete konsantre olsam, yoğunlaşsam, nefretimi döksem kelimelere, nefret şiirleri yazsam, 14 şubatta nefretgililer günü kutlasam, kaktüs alsam canımdan çok nefret ettiğim kişiye...Aynı anda kaç kişiye ilgi duyuyorum, kaç kişi için yazılar yazıyorum, , kaç kişiye derin manalı cümleler kuruyorum, kaç kişiyi hayal ediyorum, kaç kişiye kendim de anlamadığım kendimi anlatmaya çalışıyorum, kaç kişiyi anlayabiliyorum, hangisiyle beraber olursam gerçekten mutlu olabilirim, hangi diye seçebilecek herhangi bir seçeneğim, bir şansım, bir karar durumum bile olmadan...hatta kursağımda biriken bunca sevgi, nereye gidicek, Tanrı? Sevgilim bana tuzu uzatacak mı? Organlarım nerede patlayacak? Bu patlamada kaç kişi ölecek, kaç kişi yaralanacak? BİZİ BOMBA YAPIMINDA KULLANACAKLAR! Ama ne olur kimseye bişey olmasın. Yani kötü bir yere gitmesinler. Ben hüküm vermiyorum sadece merak ediyorum nereye gideceğini. Ne olur biri beni imha etsin, gerekirse bir ekip yolla oradan Tanrı. Bana da şeyhülislamın büyüsünü yapacaklar mı? Bağırsaklarımı çuvaldızla tutturmak zorunda mı kalacağım? Vicdanım bana çok kızıyor: Sanki senin, bilinçaltımdaki diktatör şuben; vicdan. Bunca sözcük, bunca hayal. Henüz yere yeni çarptım, en çok acıyan anı budur düşmenin. İlk şok. İlk dalga. İlk uyanış, yani vücutta hasar gören bütün sinirlerin aynı anda beyine acı sinyalleri gönderdiği an... Neyse bunları boşver, benim asıl duymak istediklerim bambaşka.. Sen ne duymak istiyorsun bizden? Dua mı? Şükran mı? Niye ihtiyacın var bizim dualarımıza? Sen de mi egoistsin? Sen de mi kendini beğenmişsin? Senin de mi gururunu okşamamız gerekiyor? Sana da mı hizmet edeceğiz? Seni ben mi yarattım? Biz birbirimizi mi yarattık? Birbirimizin bilinçlerinde açan masmavi çiçekler miyiz? Mesela sen...Ey bilinçlerin mavi çiçeği, beni öyle bir baştan yarat ki!!!Bu anonsumu duymazdan gelmiştin sen, evet! Bilinçaltım ve ben sana pek darılmıştık. Telefon edince özür dilersin sandım. Peki şunu söyle, John Lennon orda mı, yanında mı? Ya eski şeyhülislamlar? O ve eciş bücüş sevgilileri? Hz. Elemterefiş? Ben orda mıyım Tanrı, benim duymak istediğim bu...Yeterli sıcaklığa erişebilecek miyim orada? Orası var mı? Telefonu, adresi..Evet yolu gayet iyi biliyorum, sen aramadan önce ben de tam yola çıkıyordum zaten. Sen bile herkesi mutlu edecek güce sahip değilsin. Buna tenezzül bile etmessin zaten di mi? I-ıh. Olmamış. Beğenmedim benim için tasarladığın bu hayatı. Duymak istediklerimi duyamadım. Sevdiklerim beni sevmedi. Hep engeller. Hepsi senin suçun lan Tanrı! Oh be ne rahatmış! Yüce bir sorumlu bulup herşeye onun neden olduğunu düşünmek ne rahatmış meğer! Kaderi yazan sen değil misin? Beni asansörlere alıştıran, bana vicdan yükleyen sen değil misin? Senin yüzünden bir elimin parmaklarını kaybettim. Reddedilmez, vazgeçilmez biseksüel...Derme çatma bir sevişme için ek ibadet talep ediyorsun! Haksızlık! Haksızlık! Şükretmiyorum! Zikretmiyorum! Olmamış, beğenmedim, bir zahmet bir dahaki sefere doğru dürüst birşeyler yap! Yaşamam haa, ona göre! Komik di mi..sanki bir seçme şansım varmış gibi. Sanki benim de kontrolümde olan bazı şeyler varmış gibi. Görmemişin hayatı olmuş.. Beni de komik yaratmışsın. Senin bir parçan olup seni yadsıyan, reddeden bir soytarı. Sen yoksan da, hiçbirşeyin bir parçası değilim. Raslantı; kozmik, küçük, önemsiz, ufacık bir raslantı! Tesadüf eseri, sonsuz boyutlu sonsuz zamanlı bir evrende minicik, kimsenin farkedemeyeceği bir ayrıntı. Bir toz. Bir nokta. Bir kum tanesi. İnsanın ayağına battığında hissedilmeyecek kadar küçük bir cam parçası. Hayır, bu herkes tarafından reddedilmeli öyle değil mi? Biz daha önemli, daha yüce görevler için yaratıldık! Herşey bizim vicdanımızın sınavı! İnsanlar hayatlarında anlam istiyorlar Tanrı! Senden rica ediyorlar. Kendilerinden daha büyük, daha güçlü ve en önemlisi kendileri gibi kirlenmemiş birşeyin özlemiyle yanıp tutuşuyorlar! O zaman kolayca herşey rayına oturuyor zavallı ruhlarında, o zaman anlam kazandıklarını zannedebiliyorlar, kendilerini bu şekilde kandırmaya devam edebiliyorlar! Kötülük=günah=cehennem=zevk=kötülük=zeka=kurnazlık
İyilik=sevap=cennet=fedakarlık=acı=iyilik=enayilik
İnsanoğlunun denklemi çözümsüzdür! Bir açıköğretim programında duymuştum bunu. This is not what I’m telling you. Hadi be, sen kendine bak, giymişsin mavileri, caka satıyosun, cilve yapıyosun!!!Senin yarattığın ve seni yaratan insanoğlu neler yapıyor senin adını kullanarak bir bilsen! Kan akıyor, hayatlar adanıyor, kendinden geçiliyor; sanki sen bunların hepsini özel olarak istemişsin ve bu hayatı güzel yaşamanın, sana yaranmanın, iyi biri olmanın başka yolu yokmuş gibi. Sana yaranmaya çalışıyorlar, cennetten güzel bir arsa kapmak için yalakalığa soyunuyorlar. Evet, soyunuyorlar! Din sömürüsü. Kendi kendini sömüren bir bahçe. Bahçenin mavi çiçeği sen...biz de bitkisel hayattaki organizmalar..sen bir de güya en kutsal varlık olacaksın...Ben de koskoca adam oldum hala çocuk gibi mızmızlanıyorum, böyle hayat mı olur?!ARTIK YAŞAMAYA BAŞLAMA LAZIM!Arama bi daha, bu numarada yokum ben!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder