3 Ekim 2008 Cuma

sonuncusu

Daha sonra olaylar gelişti, kolumu kaybettim, sokakta derim yüzüldü, ve entegre et tesisine gönderildim, kaçınılmaz son yaklaştı. Yaşamayı becerememiştim. Entegre et tesisinde özel bir yöntemle ayıkladığım kafatasımdan bunlar çıkmıştı. Pek elle tutulur şeyler değildi doğrusu. Getirildikten bir hafta sonra bu tesisten götürüldüm. Kimse benimle gelmedi. Zaten bunca et yığını arasında dost edinmek güç işti. Büyük bir kentte bir kasaba satıldım. Kasap beni tuttuğu gibi (derim zaten yüzülmüştü) bir çengele astı ve vitrinine koydu. Beni satın aldılar. Kasapta asılı olduğum çengelden indirildim. Önce büyük bıçaklarla büyükçe parçalara ayrıldım. Sonra bir kısmım kıyma makinesine girdi. Kemiklerim, kaburgalarım güzelce ayıklandı. Yenmeyecek parçalarım çöpe atıldı. Kalanlarımı bir torba içinde eve götürdü sahiplerim. Akşam yemeğine misafirdim. Her yanımı iyice kesip didik didik ettiler. Sonra güzelce pişirdiler. Yahni oldum. Akşam yemeği vaktiydi. Çatal bıçak şıngırtıları. Ağız şapırdamaları. (Benim çok lezzetli hayallerim var, buyrun, siz de yiyin! Siz de oturmaz mıydınız?Biraz yalan buyurmaz mıydınız? Benim şevkat soslu parçalarım var sıcak sıcak, buyrun beraber yiyelim. Benim çok güzel anılarım var, buyrun kana kana için!) En son bunları düşünüyordum ki..Sofradaki sesi hemen tanıdım. O. Ve etrafında oturan eciş bücüş sevgilileri. Benim yahnimi yiyorlardı. Evet, tanrı, sen kazandın. Beni susturmayı başardın. Evet, şeyhülislam, sen haklıydın. Evet John, şarjörlü silahla rus ruleti oynanmazmış. Bütün herşey bu yemek sofrasında birleşiyor. Afiyet olsun.  

         “Sevgilim, tuzu uzatır mısın?”

onüçüncüsü


İkinci intihar girişimim, asansörlere olan merakım başladıktan hemen sonradır. Bu sefer iyi hazırlanmıştım, bir elimde hiç parmak kalmamış olmasına rağmen yani. Vasiyet bile yazmıştım! Teker teker tanıdığım bütün insanlara seslenmiş, onlara hadlerini bildirmiş, masumiyetimi onlara etkili bir biçimde ispatlamıştım. Özellikle masumiyet yalanlarıma kendimi de inandırmaya özen göstermiştim. Tam boynumu ilmiğe geçirmiştim ki, telefon çaldı. Arayan Tanrıydı. Suskunluğundan anlamıştım. Önce yanlış numara deyip kapatmayı düşündüm. Sonra vazgeçtim, biraz konuştum.


         Teletanrı :

         “Alo?Alo Tanrı sen misin?Ya benim bikaç sorum olcaktı aslında iyiki aradın. İnsan kendi ruhunu çağırabilir mi Tanrı? İnsan kendini deşifre edebilir mi? İtiraf kimin adına açılan bir hesaptır? Bu hesaptan kimler ne şekilde faydalanırlar? Karşımızdaki insan ne duymak ister, Tanrı? Erkek olmadığını biliyorum, kadın da değilsin belli ki...Gerçekten biseksüel misin söylesene!? Beni cezalandıracak mısın? Dua ediyorlar, duyuyor musun onları? Birbirlerinden ayırdedilebiliyorlar mı? İnsanlar kimin için, ne istiyorlar? Karşındaki kullar ne duymak istiyorlar, Tanrı? BEN BU ANONSLARI DAHA ÖNCE DE DUYDUM! Peki ya sen kime hesap vermek zorundasın? Sen de saçlarını örtüyor musun?Çuvaldızın yıldızı bu gece kim olacak dersin? Senin de bir taşağın eksik mi? Gizli eşcinsel misin? Şizofren misin? Liberal misin? Entellektüel misin? Dönek misin? Bilincimde açan mavi bir çiçek misin? Feng shuiyi sen mi yarattın? Neden tanrılık? Neden peygamberlik? Neden kurallar? Duymak istediklerimiz bunlar mı, Tanrı? Sen yarattın, sen daha iyi bilirsin bizim için iyi olanı, değil mi? Hesabın bu değil mi Tanrı? Beklemekten yorulan bir takım organlar hayıflanıyor vücudumda boş yere. Bunca yer, bunca gök, bunca zaman nereye gidiyor ya? Nerede kayboluyor? Verdiğimiz bütün nefesler, nefeslerdeki karbondioksit nereye uçuyor, nereye karışıyor? Bunca inanç, bunca ses, bunca tutku, bunca hırs, bunca birikinti, bunca hayalkırıklığı...dünya çapında ordularda eğitilen milyonlarca asker ne yapacak, Tanrı? Milyonlarca adam, savaş, düşmanı öldürme içgüdüsü, ülke çıkarları, bunlar birleşiyor, toplanıyor ve sonra...Ne olacak? Bunca nükleer bomba neden imal ediliyor, ihmal ediliyor? Bu kadar potansiyel...Bu kadar çok yalan, bu kadar çok pazarlık ne uğruna yapılıyor? Erkek vücudu günde yaklaşık 1milyon sperm hücresi üretiyor (benimki yarıya indi, biliyorsun). Ömür boyunca üretilen sperm sayısı, ve ortalama bir insanın sahip olduğu çocuk sayısı..Bunca potansiyel nereye gidiyor Tanrı?!! Beklemekten yorulan bir takım organlar yüzünden dünyanın en lezzetli yemeği bile boka dönüşüyor. Sen bütün düzeni bunun üzerine kurmuşsun. Çok yanlış! Bu mudur yani doğanın dengesi, çalış çabala, uf, ıf...Kalıtsal çürüme. Evrimleşen bozunma. Organik intihar. İçtiğim en lezzetli şarap, çiş olarak dışarı çıkacak, eminim, daha önce de böyle oldu, daha sonra da böyle olacak. Bu kadar potansiyel, patlamaya hazır bombalar, patlamaya hazır organlar, bir adım ötedeki mayın tarlası, mayın tarlasında yetişen ceset parçaları, ceset parçalarıyla beslenen tarla fareleri, tarla farelerinin bokları,bokların tekrar toprağa karışması, gübre, fertilizasyon, bir buğday bitkisi, bir buğday bitkisinin topraktan emdiği su, suyun beraberinde götürdüğü bok parçacıkları, buğdayı besleyen gübre, buğdayı toplayan kadın (ki bu kadın, yıllardır orada unutulmuş bir başka mayına basabilir) kadının yaptığı ekmek ve mayın ve ceset parçası ve tarla faresi ve bütün bu döngü nereye gidiyor? Beklemekten yorulan gözler var vücudumda. Karşılaşma anı, beklentilerin gerçekleşeceği nokta, ya da beklentilerin karşılanmayacağının anlaşıldığı nokta! Boşa giden bunca duygu, bunca kuruntu, bunca düşünce, bunca zaman..boşa giden ben..boşa giden o ve eciş bücüş çocuklarımız..atıldığımız kocaman kozmik çöplükte birbirimizden geri kalanlara bakıp boşu boşuna hayıflanan organlarımız. Gülümseyen eller. Suskunluğunu koruyan dalak. O'nu hala seven bisürü organ vücudumda çürürken çıkan hışırtılı ve SULU sesler...Ama öte yandan da, insan dediğin ne ki, bazen o kadar boşluyor ki kendini, etrafına, o olmadan devam eden hayata saldırıveriyor. İçinden binlerce anlam çıkabilcek cümle paketleri yapıyor bilinçaltı kumaşından. Kendi anlamadığı cümleleri, kendi söyleyemediği itirafları, kendi karar veremediği duygularını, içindeki çözümsüz ve koskocaman görünen ama özünde ufacık ve çok basit olan karmaşayı karşısındaki insan anlasın istiyor. Karşısındaki insan ne duymak istiyor? Kendisi ne duymak istiyor, Tanrı? Demek istedikleri kolaylıkla anlaşılsın, ve ona tam da duymak istediği şeyler söylensin, hatta bundan sonra kusursuz bir hayatı olsun, herşeyi karşılıklı olsun, hiç üzülmesin, tozpembe kusursuz filan hiç olur mu öyle şey? Bu hayatta mümkün değil, bu tasarım buna elverişli değil...Bencilce, belki, evet, dürüstçe ama yine de bencilce. Mesela değişik bişey duysam, birinden nefret edebilsem, o nefrete konsantre olsam, yoğunlaşsam, nefretimi döksem kelimelere, nefret şiirleri yazsam, 14 şubatta nefretgililer günü kutlasam, kaktüs alsam canımdan çok nefret ettiğim kişiye...Aynı anda kaç kişiye ilgi duyuyorum, kaç kişi için yazılar yazıyorum, , kaç kişiye derin manalı cümleler kuruyorum, kaç kişiyi hayal ediyorum, kaç kişiye kendim de anlamadığım kendimi anlatmaya çalışıyorum, kaç kişiyi anlayabiliyorum, hangisiyle beraber olursam gerçekten mutlu olabilirim, hangi diye seçebilecek herhangi bir seçeneğim, bir şansım, bir karar durumum bile olmadan...hatta kursağımda biriken bunca sevgi, nereye gidicek, Tanrı? Sevgilim bana tuzu uzatacak mı? Organlarım nerede patlayacak? Bu patlamada kaç kişi ölecek, kaç kişi yaralanacak? BİZİ BOMBA YAPIMINDA KULLANACAKLAR! Ama ne olur kimseye bişey olmasın. Yani kötü bir yere gitmesinler. Ben hüküm vermiyorum sadece merak ediyorum nereye gideceğini. Ne olur biri beni imha etsin, gerekirse bir ekip yolla oradan Tanrı. Bana da şeyhülislamın büyüsünü yapacaklar mı? Bağırsaklarımı çuvaldızla tutturmak zorunda mı kalacağım? Vicdanım bana çok kızıyor: Sanki senin, bilinçaltımdaki diktatör şuben; vicdan. Bunca sözcük, bunca hayal. Henüz yere yeni çarptım, en çok acıyan anı budur düşmenin. İlk şok. İlk dalga. İlk uyanış, yani vücutta hasar gören bütün sinirlerin aynı anda beyine acı sinyalleri gönderdiği an... Neyse bunları boşver, benim asıl duymak istediklerim bambaşka.. Sen ne duymak istiyorsun bizden? Dua mı? Şükran mı? Niye ihtiyacın var bizim dualarımıza? Sen de mi egoistsin? Sen de mi kendini beğenmişsin? Senin de mi gururunu okşamamız gerekiyor? Sana da mı hizmet edeceğiz? Seni ben mi yarattım? Biz birbirimizi mi yarattık? Birbirimizin bilinçlerinde açan masmavi çiçekler miyiz? Mesela sen...Ey bilinçlerin mavi çiçeği, beni öyle bir baştan yarat ki!!!Bu anonsumu duymazdan gelmiştin sen, evet! Bilinçaltım ve ben sana pek darılmıştık. Telefon edince özür dilersin sandım. Peki şunu söyle, John Lennon orda mı, yanında mı? Ya eski şeyhülislamlar? O ve eciş bücüş sevgilileri? Hz. Elemterefiş? Ben orda mıyım Tanrı, benim duymak istediğim bu...Yeterli sıcaklığa erişebilecek miyim orada? Orası var mı? Telefonu, adresi..Evet yolu gayet iyi biliyorum, sen aramadan önce ben de tam yola çıkıyordum zaten. Sen bile herkesi mutlu edecek güce sahip değilsin. Buna tenezzül bile etmessin zaten di mi? I-ıh. Olmamış. Beğenmedim benim için tasarladığın bu hayatı. Duymak istediklerimi duyamadım. Sevdiklerim beni sevmedi. Hep engeller. Hepsi senin suçun lan Tanrı! Oh be ne rahatmış! Yüce bir sorumlu bulup herşeye onun neden olduğunu düşünmek ne rahatmış meğer! Kaderi yazan sen değil misin? Beni asansörlere alıştıran, bana vicdan yükleyen sen değil misin? Senin yüzünden bir elimin parmaklarını kaybettim. Reddedilmez, vazgeçilmez biseksüel...Derme çatma bir sevişme için ek ibadet talep ediyorsun! Haksızlık! Haksızlık! Şükretmiyorum! Zikretmiyorum! Olmamış, beğenmedim, bir zahmet bir dahaki sefere doğru dürüst birşeyler yap! Yaşamam haa, ona göre! Komik di mi..sanki bir seçme şansım varmış gibi. Sanki benim de kontrolümde olan bazı şeyler varmış gibi. Görmemişin hayatı olmuş.. Beni de komik yaratmışsın. Senin bir parçan olup seni yadsıyan, reddeden bir soytarı. Sen yoksan da, hiçbirşeyin bir parçası değilim. Raslantı; kozmik, küçük, önemsiz, ufacık bir raslantı! Tesadüf eseri, sonsuz boyutlu sonsuz zamanlı bir evrende minicik, kimsenin farkedemeyeceği bir ayrıntı. Bir toz. Bir nokta. Bir kum tanesi. İnsanın ayağına battığında hissedilmeyecek kadar küçük bir cam parçası. Hayır, bu herkes tarafından reddedilmeli öyle değil mi? Biz daha önemli, daha yüce görevler için yaratıldık! Herşey bizim vicdanımızın sınavı! İnsanlar hayatlarında anlam istiyorlar Tanrı! Senden rica ediyorlar. Kendilerinden daha büyük, daha güçlü ve en önemlisi kendileri gibi kirlenmemiş birşeyin özlemiyle yanıp tutuşuyorlar! O zaman kolayca herşey rayına oturuyor zavallı ruhlarında, o zaman anlam kazandıklarını zannedebiliyorlar, kendilerini bu şekilde kandırmaya devam edebiliyorlar! Kötülük=günah=cehennem=zevk=kötülük=zeka=kurnazlık

İyilik=sevap=cennet=fedakarlık=acı=iyilik=enayilik

İnsanoğlunun denklemi çözümsüzdür! Bir açıköğretim programında duymuştum bunu. This is not what I’m telling you. Hadi be, sen kendine bak, giymişsin mavileri, caka satıyosun, cilve yapıyosun!!!Senin yarattığın ve seni yaratan insanoğlu neler yapıyor senin adını kullanarak bir bilsen! Kan akıyor, hayatlar adanıyor, kendinden geçiliyor; sanki sen bunların hepsini özel olarak istemişsin ve bu hayatı güzel yaşamanın, sana yaranmanın, iyi biri olmanın başka yolu yokmuş gibi. Sana yaranmaya çalışıyorlar, cennetten güzel bir arsa kapmak için yalakalığa soyunuyorlar. Evet, soyunuyorlar! Din sömürüsü. Kendi kendini sömüren bir bahçe. Bahçenin mavi çiçeği sen...biz de bitkisel hayattaki organizmalar..sen bir de güya en kutsal varlık olacaksın...Ben de koskoca adam oldum hala çocuk gibi mızmızlanıyorum, böyle hayat mı olur?!ARTIK YAŞAMAYA BAŞLAMA LAZIM!Arama bi daha, bu numarada yokum ben!”

onikincisi


Bu olaydan sonra gerçek bir şizofrendim. İntihara meyilliydim. Hala iyimser kalabilmiş bir yanım vardı, plaket verip zorla emekliye ayırdım. Son gülümsemelerimle fotoğraf çektirdim, sonra renksiz fotokopilerini şirin mahallemizin kanalizasyonlarına dağıttım. Yıllardır yaşlanıyordum. Birşeylerin değişmesi gerekiyordu artık, ama değiştirecek gücü kendimde bulamıyordum. Gözlerimi huzurla kapamam gerekiyordu artık, boşvermem, düşünmemem gerekiyordu. Unutabilmek ne büyük mutluluktu!Koyvermek ne güzel bir kelimeydi!Eşşeğin osurması ne güzeldi! Garip garip şeyleri merak etmeye başlamıştım. Bir keresinde, asansördeyken gözlerim karardı. Bayılmak üzereyken tavandaki ışığın titrediğini gördüm. Sanki büyülenmiştim. Bilincimi koruyabildiğim o son değerli anda, insan yapımı makinelerin, ya da hayır, makine gibi insanların yaptığı makinelerin ne kadar da kusursuz, hayır bu da değil, ne kadar da.. makine mantığı ama bu zaten.

 

Asansör Boşluğuna bırakılan not:

“Toprak, gökyüzüne kenetlendiğinde,bir kuşun rüya gördüğünü duyarsan, arkana bakmadan batıya doğru koş! Yanıma geldiğinde sakın korkma; sol elimde biriken yağmur suyundan biraz iç ve soluklan...Hatırla, "kendi özümü bulmaya gidiyorum" deyişimi, gözlerimizin buğulanışını ve o çaresiz gülümsemeyi hatırla...Bana eskisi gibi tutkuyla ve özlemle bak. Bana ıssız bir günbatımı gibi bak, ne olur. Üzülme gözleri gökyüzüne kenetlenmiş cesedimi görünce. Üzülme toprak olmuş parçalarım için. Mutlu öldüm ben. Toprağı gökyüzüne bağladım ben. Ben özümü buldum. Ne olur üzülme, sol elimde biriken sudan iç biraz ve soluklan. Seni ne çok sevdim ben. Ne olur unutma, yaşanan bütün hayatlar bir kuşun rüya görmesi yalnızca...”

 Buna bağlı olarak kahverengi bulutların üzerinde bir görünüp bir kaybolan minik köpeklerin çiftleşme ritüelleri kadar uzun ve görkemli bir akşam yemeği sonrasında, haddinden fazla müshil hapı almış olan robert deniro, buzdolabından alelacele çıkardığı dolma kabına pisleyip, acı acı gülümserken yan odada kavga etmekte olan mavi dalmaçyalılar ve yeşil zenciler bir an için duraksayarak pencere önünde merakla bekleşen kalabalığa sinsice göz gezdirip "bu feleğini şaşırmış nesilleri kurtarabilmek için atom bombası tariflerini fasiküller halinde papirüs kağıtlara basmalıyız" diye düşünürlerken mutfaktan gelen iğrenç kokudan robert'in sorumlu olduğunu anlayıp aniden üzerine çullanmaktaydılar ki yemek yerken boğazına çatal kaçan kibirli, obur, dümbelek, fingirdek ayının düşük frekanstaki sirenlerini duydular ve oldukları yerde kalıp dışarıda yeni popstarın kim olacağını bile merak etmeyen, lidersiz, kifayetsiz kalabalığı bir hayli şaşırtıp, Robert Deniro'nun, ellerinde pis tuvalet kağıtlarıyla kaçmasına bir an için izin vermişlerdi velakin robert bu altın fırsatı kıçının tersiyle iterek asansör boşluğuna sıçmaya karar verdi ve az kalsın dışardaki moron kalabalık gibi götünü kaybedip kendini birinci kattan yukarı atacak, kahkahalarla gülüp kahverengi bulutların üzerinde bir görünüp bir kaybolan minik köpeklerin uzun ve görkemli çiftleşme ritüellerini seyredecekti.

****************************************************************

Böyle zamanlarda, bişeyler olurken, bir takım işaretlerle karşılaşırken, üzerime bir his gelirdi. Bütün benliğimi sarardı. Böyle zamanlarda ömrümün çok kısa süreceğini düşünürdüm. Son dönemece geldiğimi. Son düzlüğü koştuğumu. Birşey olacak. Başıma bir iş gelecek. Erken öleceğim. Hiçbişey anlamadan, hiçbişey hissetmeden, dürüst davranamadan. Önüme çıkacak o çok güzel fırsatları, çok güzel kızları, çok güzel aşkları yaşayamadan, değerlendiremeden göçüp gideceğim. Özleyeceğim...Böyle zamanlarda bir kağıt bulup bunları yazardım. Hayır, bu değildi aslında. Bu hissettiklerimi anlatmıyordu. Hep tekrarladığım şeylerdi bunlar. Söylemek istediklerim bambaşkaydı. Gerçekten anlatmak, kendimde görmek istediğim şey bambaşkaydı. Sil baştan.

“Böyle zamanlarda yüklü miktarda para ödediğim bir travesti tarafından sikiliyordum. Nefesi erkek nefesi, kokusu kadın parfümü. Teri erkek teri, saçları kadın saçı. Onun bütün kişilikleri birbirine girmiş. Onun bütün sıvıları birbirine karışmış. Onun bütün içorganları birbirine kenetlenip düğüm olmuş. İçini açıp düğümü çözersem, ölecek. Hergün yeni bir ızdıraba uyanıyor o. "Senin işin de zor be kardeş" diye nefes nefese inlerken ben, o suskunluğunu koruyup pompalamaya devam ediyor. Arasıra hırlıyor. Arasıra canımı yakıyor. Arasıra midemi bulandırıyor, boğazıma doğru son öğünümde yediğim yarı öğütülmüş posalar akıyor, tekrar yutuyorum, aynı yemek tadı belli belirsiz ağzıma yayılıyor. O tatla beraber acımsı, ekşimsi ve genzimi apansızca yakan bir başka çeşni de hissediyorum. İşini bitiriyor travesti, ben daha çok istiyorum. Yanımda kalmasını istiyorum. "Parasıyla değil mi?Ne olur biraz daha kal, biraz sarıl bana. Makyajın akmış terden. Saçların dağılmış. Erkekliğin nerde bitiyor, kadınlığın nerde başlıyor? Hayatın nerde bitiyor, ölümün nerde başlıyor?"."Senin hayatın bitmiş, ama henüz ölmemişsin. O halde keyfine bak!O halde doyasıya seviş, her türden, her cinsiyetten, her dinden, her ırktan, herkesle seviş! Uluslararası bir orospu ol o halde! Ve lütfen paramı bundan sonra peşin öde!" diyor bana. Benim sözlerim nerde bitmiş, onun sözleri nerde başlamış? Benim vücudum nerde bitmiş, onunki nereme kenetlenmiş, neremden çıkmış, nereme girmiş, nerde başlamış...Bu his sürsün istiyorum. Zevk devam etsin ama hiç boşalamiyim istiyorum. Hayatımdaki kocaman boşluğu, alelade bir orgazma derin anlamlar, yüce özellikler yükleyerek kapatma çabasındayım. Benim derdim beynimin ve sikimin derdi. Ten ve hormon derdidir bu. Et ve kan. Ter ve sperm. Bir sevişsem rahatlayacağım. Sonra bir daha isteyeceğim. kimi siktiğim, kimin beni siktiği hiç fark etmeyecek. Akıp giden bir zevk, akıp giden bir sefa, akıp giden 6 milyar insanlık bir orgy! Herkes kendi donuna boşalıyor. Kimse farkında değil. Herkes tükürüyor, kanıyor. Kutsal sıvılar vücudumuzun %75ini oluşturuyor. Güzel hayat!Güzel vücut!Ah bir de bu vücudumu terk edebilsem istediğimde..Ben bunu seviyorum. Kendimden nefret etmeyi seviyorum. Aşağılanmayı, kandırılmayı, reddedilmeyi seviyorum. Kullanılmak, favorim. Yarın gece iki travestiyle deneyeceğim. Bu sefer vücutlarında bol miktarda kıl olmasına özen göstereceğim. Böyle zamanlarda hep dilim dışarda gezerim, belki birisi bulur da yalar diye beklerim. Özür dilerim sizi tiksindirdim. Bu defa kendimi kontrol etmeyi unuttum. Bacakaramı kontrol etmeyi unuttum. Kendimi yeterince sevmediğim için, kendime yeterince güvenmediğim için kıskanıyorum kendimi başkalarından. Bu hep böyle değil midir? Böyle zamanlarda yapılacak en güzel şey, en masum göte parmak atmak değil midir? Hiç el değmemiş olcak. Veya bir papatya tarlası, olağanüstü bir manzara, müthiş çiçekler...hepsinin üzerine tek tek işemek değil midir yapılması gereken? Yemek kazanlarının içine sıçmanın vakti gelmedi mi? İçimizdeki insanlığı bir nefeste söndürmenin vakti gelmedi mi? Geç kalmadık mı ellerimizi cinsel organlarımıza dikip sonsuz ve boşalmasız mastürbasyona başlamak için?!Böyle zamanlarda harekete geçmek lazım. Böyle zamanlarda bütün sıvılarımızı dışarı salmak lazım. Caddeleri böyle bedensel seller basmalı. İyi aile çocukları ve bakireler bu sellerle ya boğulmalı ya da yasak elmanın tadına bakmak zorunda bırakılmalı. Koli koli paslanmaz prezervatif stoklanmalı. BU YAZI BURADA BİTMEZSE ÇOK KÖTÜ ŞEYLER OLACAK!”.

9 Mart 2008 Pazar

onbirincisi

“Laptop kadar ekonomik bir virüstür zaman, bu küçük odada
Ufaktı
r, daracık ve kısa tırnaklıdır.
Bir tı
rmaladı mı yaşlanıverirsin.
Öyleyse nerden bulduk ki ağ
layacak vakti? Selpağı?
Değ
di mi yani gözlerimizi yonttuğumuza?
Burunları
mızı titreten neydi ki? Öfke, gurur, börek, keşkül?
Tabaka tabaka ruhumuzu yüzen üzüntü dediğ
im nası bişeydi? Bu odada, burda?!
Çikolatalı
, franboğazlı ve vanilyalı bir turtam olsa her zaman yanımda
Ihtiyacı
m olur mu bu klorofil özlü yaşantıya? Selpağa?
Her
şey garantili olsa, süklüm püklüm ikilemler diyarı olmasa
Ta
şar mı gözbebeklerim yine?
Ve bu kadar acı
verir mi bana,
Püsküllü bir hı
rs için dövünmek, bu küçücük odada?!
Çuval dolusu selpak aldı
m derdim için
Biraz kereviz yiyip yatmam gerekiyo ikiz yatağı
ma
Belki kendime gelirim!
Miyoz bölünme olsaydı
bende,
Bu kadar yorulmasaydı
m...
Ve hangimizin orjinal olduğ
unu
Kimse bilmeseydi…
Dua ediyorum
şimdi ibadet etmediğim bir Tanrıya
Yeni bir ba
şlangıç için…
Zaman bir tı
rmık daha atıyor ruhuma
Yeni bir ba
şlangıç, binmiş gemisine bu arada
Ba
şlamak için uzak diyarlarda
Ve ben sessizce el salladı
m, ellerimde selpaklar
Zaman ağ
ladı, başlangıç ağladı, ben tıkandım kaldım
Ba
şlangıç uzaklaştı, son kalmıştı şimdi

Bir et, bir tırnak gibi yapışıktı bana bu tavan

Bu küçük odada, takla atan dakikalarla...”

-Hz. Elemterefiş

O meşhur gece aniden uyanmıştım. Karanlık koridora doğru baktım. Hareketsiz bir silüet gördüğümü düşündüm. Sokaktan bir araba geçti, farlarıyla bir anlığına koridoru aydınlattı. Işık, koridor boyunca ilerledi, odamdaki eşyaların gölgeleri birer birer ortaya çıkıp, yokoldular. Tam bu sırada yüzünü gördüm. Avını kıstırmış bir gelincik gibi sırıtıyordu. Hareket edemedim. O da etmedi. Sadece duruyordu. İri yarıydı. Hamile bir gece olduğu belliydi, bir trajedi doğurmak üzereydi. Aniden bana doğru yaklaştığını hissettim. Sakin adımlar, kendinden emin adımlar..Bir trans. Bir baygınlık. This. Daha neler olduğunu bile anlamadan sifonu çekerken buldum kendimi. Yüzümde donuk bir ifade. İçimde buruk bir sevişme kalıntısı. Tuvaletten çıktım, salona gittim. Balkona çıktım. Bir sigara yaktım. Ve sonra bakışlarım balkondan sarkıp düştüler. Herşeyin farkına vardım. (Ay aman gözlerinizi kapayın, buraya bakmayın!). En kötü ihtimalin gerçekleşmiş olduğu kuşkusu, vücudumun orta yerinden kollarıma, bacaklarıma ve kafama doğru gittikçe artan bir sıcaklık ve hızla yayıldı. Yatağıma doğru koştum. Kan lekeleri vardı. İnanmadım. Gözlerimi kapadım. Tekrar baktım. Yoktular. Hayır. Vardılar, emindim. Taze lekelere dokundum. Kendi kendime bir soru sormaya hiç bu kadar çekindiğimi hatırlamıyorum. Sanki kendime o soruyu sormassam, o olayı hiç yaşamamış olacaktım. Dile getirilmemesi gerekiyordu bu tecrübenin. Hayır, bu bir intihar girişimi değildi. Belki de bilinçaltımın emirlerini ve cezalarını yerine getirmekti. Ama işte yatakta kan lekeleri vardı. İçimde buruk bir sevişme kalıntısı. Bakışlarım balkondan sarkıp düştüler.

Bir erkeğin yumurtalıklarında iki adet yumurta(testis) bulunur. Bir erkek, günde ortalama bir milyon adet sperm hücresi üretir. Elim yavaş yavaş erojen bölgeme doğru gitti. Yumurtalığımda bir dikiş, bir rötuş vardı. Ve ben, artık günde ortalama beşyüz bin sperm üretecek olan bir erkektim. Kendimi sifonu çekerken buldum. Kanalizasyonda bu sefer değişik bir yumurta yiyecek fareler. Ne hissediyordum? Bir parçam gitmişti evet, üstelik bunu kendi kendime yapmıştım. Motivasyonum ne olabilirdi? Evet, O’nu bırakmak, kuşkusuz taşaklarımdan birini kaybetmeye benziyordu. Kendim ettim. Onu daha fazla arzulamamak için. Kendi kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Fazla kan kaybetmemiştim. Bundan sonra yeterli sıcaklığa erişmek bir hayli zor olacaktı. Bilinçaltım benden ne istiyordu? Artık konuşma sırası onundu;

Bilinçaltından sevgilerle:

a)

beş vakte kalmaz...kuruyan musluktan akan homurtularla doldurdum küveti, yavaşça içine süzüldüm, gözlerimi kapadım, uzaktayım şimdi.. bişeyler düşünüyorum, önemsiz..gereksiz tasalanıyorum, kendime yepyeni paranoyalar örüyorum iki beden büyük..5 vakte kalmaz...boru homurtusunun içinde yüzüyorum..bi yerde bi takım sular birikmiş,yerlerini arıyorlar..sonu gelmeyen borularda dolaşıyorlar..suratımı kapkara bir düşünce kaplıyor..boşluk...5 vakte kalmaz bulurum aradığımı..o zaman kalkıp gidebilirim rahatlıkla..ama o ana kadar..boşluk..boru'nun "ti" şeklindeki yankısı..örgütlenelim 5 vakte kadar olur mu?silip süpürelim yalnızlığı..keselim taşaklarımızı..haydi bilinçaltı, artık konuşabilirsin, ruhumu kullanarak yasadışı bir örgüt kur...

b)

(Sesindeki zayıflığı örtmek istermiş gibi susturdun beni. Sen de sustun, kürsüdeki mikrofon konuşmaya başladı. Sesindeki zayıflık susmaya hazırdı. Çünkü zaten zayıftı.)

Seninle çok anons dinledik biz. Sen bir karakter oyuncususun. Her role gidiyorsun. İyi hazırlanıyorsun. Alttan almayı iyi biliyorsun. Seninle çok anons dinledik biz. En keskin duyguların, en derin arzuların bende saklı, biliyorsun.

Mesela Tanrı, bilincimizde açan mavi çiçekti. Hatırlıyor musun? Hiçbir bahçeye sığamadı. Hiçbir cehennemi yaratamadı. Onlar (diğer bitkiler) tanrısızdı. Kendiliklerinden oradaydılar. Sorumluluk kabul etmesin bilinçaltı bahçıvanı.

Sen de bir anons yapmıştın ona. "Ey bilinçlerin mavi çiçeği! Beni öyle bir baştan yarat ki..." mikrofon cızırdadı,bağlantı kesildi..Sesinin zayıfladığı yer, farkedilmedi...

Bazı kelimelerde kekeliyoduk, hatırlar mısın? Evet,bu anonsu daha önce de duymuştuk..John Lennon söylemişti...bize hiç kulak asılmadı. Hiç önemsenmedik. Yol, yordam bilemeyip, boşa yorulduk. Çantalarımızı yere bırakalım burda. Yolun geri kalanına hatırlarla devam edeceğiz...

Sonra bir süre güzel yerleri anlatmıştın mikrofonla. Her renk, kamuflaj olarak kullanılmaya hazır birer detaydır. "kahverengi yapraklar arasında çaresizliğimi unuttum..", "mavi deniz yalnızlığımı alıp götürdü" , " bizler göründüğümüz kadar gri değiliz aslında". Ben bu tip durumlarda sessiz kalmayı tercih ederim, biliyorsun, bütün bunları daha önce de görmüş olmanın verdiği sıkıcı ve alışılgelmiş sabır sekansı. Herşeyin tekrar yaşanmasının tekrar yaşanması bu. Tekdüzeliğin sorumluluğu, bizi saçmalamaya itmek üzerine kurulu...Suçu benim üzerime atmıyorsun değil mi? Ben senin söyleyeceğin herşeyi daha önce de duydum. Senin en önemli suç ortağınım!

Ben senin bilinçaltınım...Tanrı benim içimde açan mavi bir çiçektir senin için. Bahçıvan biziz. Tanrı çiçek. Çiçek olmasa bahçıvan olmazdı. Bahçıvan olmasa da çiçek yetişmezdi. Bilinçaltının inanç paradoksu...

E biz bu şarkıyı daha önce de duyduk. Bu programı daha önce de izledik. Daha önce de örtbas ettik zayıflığımızı. Bu ilk değil. Sorumluluk kabul edilsin şimdi.

Diyelim unuttuk, her yeni anons hatırlatmıycak mı bize gerçekleri? "kendinizi gelin,dünyadan uzaklaşıyorsunuz." dedin bana..Bize tutulan aynalar, bize tutulan röportaj mikrofonları, kayıt aletleri, bize ayrılan sürenin sonuna mı geldik ne oldu..ne zaman söyleyecek bişey bulamasak geleceğe sığınırız biz; bütün bir insanı bile oluşturamayan iki unsur. Şunu yapacağım, yapmam gerekiyor, yapmalıyım ilerde, nasılsa olacak hani...kopmak değil, hele sıkılmak asla..bu bir garip çaresizlik, bir garip gizlilik..bastığımız yerler griye dönüyor..senin sessizliğine bakıyorum ve onu okşuyorum..bir yere varıyoruz birlikte bir gün, merak etme...

Seni izliyorum Umut. Hiç hoşuma gitmiyor davranışların. Konseyde onaylanmadı bu tip hareketler. Özellikle vicdanın çok rahatsız! Bunu da konuşacağız şimdi!

Bu bahçeye kim bakıyor? Bahçıvan siz misiniz? Mavi çiçeğimin üzerine bastım, kaderime bişey olmuş mudur?

c)

Yolculuk..beti benzi solmuş emrivakiler köşesidir bu yaratıkların türediği naçizane tren rayı buketi. Şarampole yuvarlanan dalgın bakışlı şöför arkadaşımızın alnına yazılan ve kıçına yapıştırılan kader parçacıkları her saniye kendilerini yeniden gözden geçirir ve en absürd olasılığı en doğal yollardan hesaplarlardı. Bu olasılıklardan yalnızca bir tanesi gerçek olacaktı, evet biliyorduk bunu, ama yine de hesaplamaları uzun uzun yapmaya, onlarca senaryoyu yazmaya pek bir hevesliydiler.. Bunları bana çok eski bir modalı bebek anlatmıştı vakt-i zamanında. "Bundan kelli pırasalara böyle davranılmayacak,onlar da bu vatanın birer evladı, sana söylediğim şey bu değil" sözüyle meşur gıyabi tutuklama kararı paşa'nın tepeden tırnağa buz kestiği çetrefilli gece, ayazın bulanıklığından kendine karizmatik bir gizem payı çıkarmaya çalışıyordu, oysa ki hiç haberi yoktu, karanlığı olmasa kimsenin yüzüne bile bakmayacağından. Çoğu insan geceleri pencereden dışarı kendini görmek için bakar diye düşündürdüm senin bilinçaltın olarak. Sahi bilinç altın mıdır? Söz gümüşse sükut mu altındır? Ya da hangisi üstündür? Ya da hangi bilinçaltı kendini komik zannetmektedir? Saydam yansıma. Serbest meslek sahibi melekler bugün kafama sıçtı. Neyse sözü toparlayalım çünkü konsey kuruldu, sırayla rahatsızlıklarımız gelecek ve bize günün karamsarlık paylarını açıklıycak. Borsalar bu anı heyecanla bekliyor, her intihar, bize %5 oranında faiz olarak geri dönecek...

"Saygıdeğer hırsız! Verdiğimiz geçici rahatsızlıktan dolayı özür dileriz. Blofümüzü yemedin. Yalanlarımızı yutmadın. Ellerimizi tutmadın. Sen bizden kaçtın, biz seni sürekli kovaladık. Duymadın sesimizi, inan biz çok üzüldük. Geçen gün seni minibüste gördük. Dönüp bakmadın, günü değiştirmedin. Allahaşkına söyle, beni kasten mi kendine sevdirdin? Bize sırtını dönme!Eciş bücüş sevgililerini teker teker öldürürüz!"

"Bir robotun hissiyatından türettim ben söyleyeceklerimi sevgili bilinçaltı sakinleri. Yaşayamıyoruz. Yenilenemiyoruz. Geçmiş, geleceğimizi yutuyor. Tükürdüğü yerde, zaman duruyor. Hareketlerimiz, seslerimiz..anlamsızlaşıyor. Hislerimiz bulanıklaşıyor. Fark edilebiliyor mu yokoluşumuz? Bakın tren rayları nasıl da takır takır gülüyor.."

“Evet, testislerinden birini yoketmekle başladı cezan..emirlerimizi yerine getiriyorsun. Ama kızarmış patatesler adına dur ve bekle...gelecekte daha çok şey gelecek başına. Bu sadece bir başlangıç. Zavallı kızdan ve eciş bücüş sevgililerinden ne istedin ki? Yazık değil mi? Ayıp değil mi? Vicdanın olarak, kendini sonsuza kadar en ağır biçimlerde cezalandırmanı emrediyorum!”

"Şöför arkadaşımız da son sözlerini iletmiş bize. Koruma içgüdüsüyle saldıran tuhaf yaratıklar gibi ne yaptığımızın farkında olmadığımızı söylemiş. Sadece hareket, hareket, hareket..Beyine fazla iş düşmüyormuş böylelikle. Ter akar, kan akar, gözyaşı akar. Bedenin yorgunluk belirtileri. Mekanizma yavaşlar. Bağlar çözülür. Yıkım kaçınılmazdır. Hep süregelen bu tekrarın farkına varmak imkansızdır. Bu, şarampole yuvarlanan bir şöförün manifestosudur. Bilinçaltı sakinlerine saygılarımla..."

“Sora sora bağdat bulunur, ama yanlış hesap bağdattan döner ve bütün yollar romaya çıkar!?”

“Sevgilim, tuzu uzatır mısın?”

“Denklem çözümsüz. Bilinmeyenlerin sayısı fazla, bilinenlerse zaten kesin değil. Değişkenler dengesiz, grafik-tersyüz...bütün işlemler geçersiz!”

“Buğulu. Cam oda. Hadi oğlum, hadi...Parmağını gözüne sokarak okuma öğrenemezsin. Titreyen. Perilerin öptüğü ıslak dudaklar. Kafa koparan cam oda. Buğu. Sis. Gölge. Belirsizlik. Hadi oğlum, durumu zorlaştırma. Titreyen. Mor. Elektrikli saç. Ölüyorsun. Ölüyorsun. Seni böyle bırakamam. Buğular içersinde. Cam oda kırılıyor. Tek testis. Tavan parça parça. Çatlaklar. Parmaklarını çek oradan, oğlum...Vücudumuzda kesikler. Yer yer derin. Yer yer yüzeysel. Çınlama. Cam. Tekini kopardığın. Elektrikli gölge. Titreşim. Periler öpecek oğlumu. Gidiyor. Gitmekte. Gidiyorsun. Uğurlar. Talih. Elle tutulmak. Gözle görülmek üzere. Pişman. Dar. Sıkışık. Azalan hacim. Dökülen oda. Buğunun üzerinde okuma egzersizleri. Ama öyle. Ama öyle olmaz. Gözlerin nerede. Gözlerin nasıl. Gözlerin neden. Moral. Teselli ödülleri. Son istek. Son temenni. Son fısıltı. Fenomen. Beklenmeyen. Alaşım. Korkutucu uyum. İstemdışı. Kusurlu. Testis. Bağımlılık. Bağışıklık. Ama. Ölüyorsun. Mor gölge. Elektrik. Dağılma. Yok. Hadi oğlum, hadi başarabilirsin... Kilitlenme. Tutuklanma. Uğultu. Çınlama. Cam odada yayılan çatlaklar. Çıtırtı. Kuşku. Korku. Donma. Soğuk. Buğu. Uyuşma. Boğulma. Nefes. Tehlike. Gittikçe artan kırılganlık. Titreyen uğultu. Kesilen iletişim. Hadi. Peri. Dudaklarda sayıklama. Cam odanın çöküşü. Ölümün. Doğumun. Yıkılışın, oğlum. Kolayca bükülen sentetik gerçekliğin. Ömür. Hadi. Buğulu öpücük. Elektrikli peri. Telesekreterde unutulan. Kaygı. Altyazı. Mesaj. Son. Mor.”

"Trende geri geri giderken gözlerimi kapayıp açarsam zıplıyormuşum gibi geliyor. Raylar bir yükselip bir alçalıyor. Sonra bir rüya görüyorum. Kaşlarımın hepsi birbirine iplikle bağlıymış. Birini çekince hepsi beraber sökülüyor ve elimde kalıyor kaşlarım, bakışlarım saygınlığını yitiriyor böylelikle, özür dilerim sayın bilinçaltı yetkilileri."

Bilinçaltımdaki konuşmalar sona ererken patladı ağzım, sıra bana gelmişti oysa ki..

onuncusu

Şeyhülislamın anlatıları:

Büyü, insanüstü güçlerin yardımlarıyla yapılan bir takım işler demektir. Ehli sünnet alimleri, büyünün hakikati ve varlığı hakkında ittifak etmişlerdir. Sahabe ve taabiyinden büyünün varlığını ve hakikatini inkar eden olmamıştır. Büyücülük islamdan önce Araplarda, Rumlarda, Hintlilerde, Mısırlılarda yaygın idi. Özellikle Hazreti Musa zamanında büyücülük itibarlı bir meslek idi. Hazreti Süleyman zamanında da yaygındı. İlkçağ insanlarının mağara duvarlarına çizdiği bizon resimleriyle başlayan büyü, M.Ö. 3000 yılında Mısır ve Kalde'de altın çağını yaşadı. Mezapotamya'da filizlendi, eski Yunan ve Roma'da gelişti. Nesilleri ve çağları aşarak dünyanın dört bir yanına yayıldı. İnsanoğlu, yaratılışından bu yana her çağda bilinmezliğin kapılarını zorlamak, yaratılışın, yaşam ve ölümün sırlarını çözmek, doğaüstü güçlere hükmetme merakını yenemedi. Büyünün kendine göre özellikleri ve çeşitleri vardır.

1... AK BÜYÜ : Şifa amaçlı yapılan çalışmalar demektir. Zahiren acayip, fakat aslında tabii sebeplerle meydana gelmiş bir takım fiiller yapmak sanatıdır.

2... KARA BÜYÜ : Asıl büyü bu olup, bazı kimseler perilerin ve özellikle şeytanların müdahalesi ile tabiat üstü bir takım fiiller yapabilecekleri iddiasındadırlar. Zarar verme amaçlı yapılan büyüler.

3... TAKLİT BÜYÜ : İnsanları ve insanların beyinlerini etkilemek amacıyla yapılan telkinlerdir.

****************************************************************

Ben de bir karabüyü tarifi öğrenmiştim. Gerekli malzemeler çuvaldız, viski, bebek kakası, bir parça ip, ölü fare yavrusu, minyatür bir darağacı ve birkaç adet sigara.

Büyüyü yapmak istediğiniz kişiye konsantre olun. Üç kere adını ve soyadını tekrarlayın. Daha sonra ölü fare yavrusunun karnını deşin. Bebek kakasını, ölü farenin mide ve bağırsaklarına güzelce sıvayın. Biraz viski ilave edin. Daha sonra farenin karnını çuvaldızla tutturun. Derisinin üzerinde birkaç sigara söndürün. Sonra minyatür darağacına ölü fareyi asın. Büyüyü yapmak istediğiniz kişi, 3 vakite kadar çuvaldızla tutturulmuş karnının için bebek kakası ve viskiyle, kendi yaptığı ufak bir darağacında asılı bulunacaktır. Bu büyünün geri dönüşü yoktur. Bir çeşit voodoo büyüsüdür bu, John Lennon’un annesinin bilmediği bir teknikle yapılan..

Sonradan anladım ki, kader ağlarını örmüş ve şeyhülislam, gizlice Tanrı’ya benim telefonumu vermiş.

27 Şubat 2008 Çarşamba

dokuzuncusu

O’nu orada öylece bıraktıktan birkaç hafta sonra, 19. yüzyıldan kalma bir şeyhülislamın, eski sevgilime dualar okumaya başladığını öğrendim. Zavallının durumuna çok üzülmüş. Bana da korkunç bir vicdan büyüsü yapmış. Güçlü bir adammış, birçok yardımcısı, birçok tanıdığı varmış. Merak ettim, tanışmak istedim. İyi de etmişim. Bana Hz. Elemterefiş’ten söz etti. Bana büyüden ve cinlerden söz etti. Bana henüz kurulmamış dinlerden, yapılmamış putlardan ve tapılmamış tanrılardan bahsetti. Ona minnettarım. Onu bu hale nasıl soktuğumu bilmek istedi. Ona güzelce vurduğumu söyledim. Sıkı vurduğumu, bütün kuvvetimle, bütün alet-edevatımla vurduğumu, omuriliklerini nasıl zedelediğimi, onu nasıl da tanınmaz hale getirdiğimi anlattım şeyhülislama. “Cezalandırılacaksın” dedi bana, gülüp geçtim.(ah evet, göreceğiz!). “Pişman olacaksın” dedi bana, hiç kafama takmadım. Daha sonra öğrenecektim, fotosentezin incelikleriyle birlikte, pişman olmayı da öğrenecektim.

Hz. Elemterefiş 1677 yılında, 14 yaşındayken doğdu. Annesi o kadar şişmandı ki, hamile olduğunun farkına bile varmadı. Doğum sancısı falan duymadı. Birgün, yıllardır adet görmediği aklına gelince farketti karnında birisi olduğunu. Bu adet kanıyla beslenmişti çocukcağız. Çocuğu aldılar, anne öldü. Çocuk çoktan büyümüştü. 1678 yılında müslüman oldu. 1690 yılında ilk kez Hristiyanlığı sorgulamaya başladı, Meryem Ana bakireydi evet, ama İsa doğarken, kızlık zarını da yırtması gerekmiyor muydu?Yani oğlu, annesinin kızlığını mı bozmuş oluyordu? İsa’nın gerçek babası kimdi? Bu tip sorulardan oluşan bir kitap yazdı. Daha sonra Müslümanlığı da eleştirdi. Hz. Muhammed’in saklandığı meşhur mağarayı, ana rahmine benzetti, hatta peygamberin ana rahmine dönüş psikozu yaşadığını, ve o mağarayı kapatan kutsal örümcek ağının bir kızlık zarı metaforu olduğunu belirtti. Bol bol işkence gördü. Bu işkenceler sırasında Tanrı’ya daha yakın olduğunu iddia edince bir zindana kapatıldı. Sonra da yavaş yavaş delirdi ve geriye bir takım sürrealist vahiyler bıraktı. Bu karakteri çok sevmiştim, bir anda idolüm oluverdi. Birkaç haftalık araştırmadan sonra, bu peygamber bozuntusunun ufak çapta bir cemaati olduğunu da öğrendim. Şeyhülislam da onun gizli müridlerinden biriydi, kuşkusuz. Tabii ki günümüzde yaşamıyordu bu cemaat, ama o eski zamanlarda yaptıkları bir takım münasebetsizlikler yüzünden oldukça fazla ilgi çekmişlerdi.

12 Şubat 2008 Salı

sekizincisi

Aslında ona haksızlık etmemeliydim. İlk cinsel deneyimimi onunla yaşamıştım. O konuda zamanında çok kafa (ve başka organlar) patlatmış gibi görünerek, izlediğim yüzlerce porno filmden edindiğim tecrübe ile, kendimden emin bir halde sevişmiştim onunla. Ben yönlendirmiştim herşeyi. Hatta cinsel organlarımız arasında geçen ilk konuşmayı da gayet net hatırlıyorum:

İLK KARŞILAŞMA/KONUŞMA:

V: Ay dur, yavaş ol biraz..

P: Ne?Hö?

V: Yavaş diyorum, canım acıyo..

P: Pardon eee..şey..şimdi?

V: Immmhh..

P: Uf..ıf..uf...

V: Azcık tempolu...

P: Ya ama sen de çok kapris..

V: Aaah..Daha..

P(kendi kendine düşünür): Ulan alt tarafı bir et parçası. Dünya bunun etrafında mı dönüyo? İnsan oğlu burdan mı çıkıyo? Erkekler hep bu organın mı peşinde? Bütün yaşamlar...alt tarafı bir et parçası..

V(kendi kendine düşünür): Amma hayvan yaa..Görgüsüz ayı. Her tarafım kan oldu zaten. Tabii ki herşey benim istediğim gibi olacak, bütün acıya ben katlanıyorum burda! Beyfendinin keyfi yerinde! (sesli) Hadi ama noldu şimdi? NE?!

P(düşünür): Abi bizim bu testisler günde ortalama 1 milyon sperm üretiyo, şimdi bunlar...bi dakika, bende sadece bir testis..sanırım yeterli sıcaklığa ulaşıyorum.. (sesli)Diyorum ki gelirken..

V: SUS!ÇABUK GİT BANYOYA!

P: Ah sen var ya sen! Sen beni hiç anlamıyorsun!

V: Sen beni hiç anlayamassın, senin beynin bile yok!

P: Hiç değilse kafam var! Sen sadece duruyosun olduğun yerde, bütün eforu ben sarfediyorum! Doğanın dengesi bu mudur kardeşim?! Sulu bir delik uğruna herşeyi feda etmek midir yani doğamız? Bu mudur çiftleşme? Neden biz hep uğraşan, yaranmak için didinen tarafız? Kadın vücudunun tam ortasındasın sen. İkiye ayrılıyorsun. Bir tarafın anne, bir tarafın fahişe. Bir tarafın melek, bir tarafın iblis. Bir tarafın fedakar, bir tarafın bencil. Her zaman kararsızsın. Her zaman ortadasın. Ne düşündüğün, ne hissettiğin, neye ne kadar önem verdiğin hiçbir zaman belli değil. Bir tarafa kaydığında, bir kişiliğe büründüğünde hep eskiyi, hep ötekini özlüyorsun.. Tepeden tırnağa değiştikten sonra aynı eski mutluluğa yeniden sahip olunabileceğini zannediyorsun! Asla elindekiyle yetinmiyorsun. Mutlu olmayı beceremiyorsun. Mutlu olduğunda da mutsuzluğunu, tatlı hüzünleri, özlemeyi, içten içe yanmayı özlüyorsun. Hüzünlendiğinde ise tam tersi...

V: Ya sen? Sen de hep kafanın doğrultusunda ilerliyorsun. Herşeye at gözlüğüyle bakıyorsun. Herşeyi bildiğini, koskocaman dünyada, upuzun yaşamda herşeyi görüp geçirdiğini, bütün tecrübeleri yaşadığını zannediyorsun. Ne istediğini bildiğini zannediyorsun! Oysa senin seçeneğin yok, aptal! Senin kendi fikirlerin bile yok, sadece benim fikirlerime karşı çıkan muhalefet bir tavrın var! Değişmekten o kadar çok korkuyorsun ki, yolundan sapmaktan, bir gün olsun farklı birşey istemekten! Tipik erkek organ işte. Dimdik. Bildiğini okur. Kaybetmekten korktuğun için denemezsin bile..Gözünün önündeki sorunları görmezsin. Çünkü görmek işine gelmez. Tasasızsın. Düşünmeden yaşarsın. Hayatta istediğin şeyler hep bellidir ve bu istekleri değiştirmek aklının ucundan geçmez. Tipik erkek organ işte. Benim sayemde, o çok istediğin sembolik rahatlamayı yaşayınca da sus pus olur, sönersin.

P: Ben mi değişmekten korkuyorum?!Bunu nasıl..

V: Evet sen, elindekilerle yetindiğini zannediyorsun, oysa sen elindekilerle sadece kendini daha kolay kandırıyorsun! Zavallılığını, çirkinliğini, önemsizliğini görmezden geliyorsun elindekilerle sadece..Ben de adam yerine koyup senin gibi zavallı bir çıkıntıyı içime alıyorum! Seni koruyorum, besliyorum, egonu tatmin etmene..

P: Egoyu hiç karıştırma! Binyıllardır birbirimize üstün gelmeye çalışıyoruz! Binyıllardır yeterli sıcaklığa erişemedik! Ben çok az bişey istiyorum bu hayatta, azıyla yetinmeyi iyi biliyorum, ama sen?! Hep daha fazlasını istiyorsun, zengin adam, atletik adam, zeki adam, kendine yeten adam, kültürlü adam, romantik adam, düşünceli adam, hırçın adam, kendini ağırdan satan adam, jöleli-kendine iyi bakan adam, yatakta süper adam, serseri adam...hepsini birden olmamı bekliyorsun! Asırlar boyu, çalış, çabala, çalış, çabala, gerekli şartları yerine getir ki mutlu et kadınını, o da razı olsun kendini sana sunsun, çalış, çabala,çalış, çabala, çalış, çabala uf, ıf, uf..

V: Ahhh ama biz, oh, sizin çocuklarınızı, aaayh, taşıyoruz aylarca, onları ooofghhh..onlar hayatı..

P:(Sulu sesler..ardından sessizlik.)

V:(Sulu sesler..ardından sessizlik.)

Sonraları daha az konuşur oldular. İstediklerini elde etmişlerdi kuşkusuz. Birbirlerini güzel güzel kandırdılar. (biraz yalan buyurmaz mıydınız?)