“Laptop kadar ekonomik bir virüstür zaman, bu küçük odada
Ufaktır, daracık ve kısa tırnaklıdır.
Bir tırmaladı mı yaşlanıverirsin.
Öyleyse nerden bulduk ki ağlayacak vakti? Selpağı?
Değdi mi yani gözlerimizi yonttuğumuza?
Burunlarımızı titreten neydi ki? Öfke, gurur, börek, keşkül?
Tabaka tabaka ruhumuzu yüzen üzüntü dediğim nası bişeydi? Bu odada, burda?!
Çikolatalı, franboğazlı ve vanilyalı bir turtam olsa her zaman yanımda
Ihtiyacım olur mu bu klorofil özlü yaşantıya? Selpağa?
Herşey garantili olsa, süklüm püklüm ikilemler diyarı olmasa
Taşar mı gözbebeklerim yine?
Ve bu kadar acı verir mi bana,
Püsküllü bir hırs için dövünmek, bu küçücük odada?!
Çuval dolusu selpak aldım derdim için
Biraz kereviz yiyip yatmam gerekiyo ikiz yatağıma
Belki kendime gelirim!
Miyoz bölünme olsaydı bende,
Bu kadar yorulmasaydım...
Ve hangimizin orjinal olduğunu
Kimse bilmeseydi…
Dua ediyorum şimdi ibadet etmediğim bir Tanrıya
Yeni bir başlangıç için…
Zaman bir tırmık daha atıyor ruhuma
Yeni bir başlangıç, binmiş gemisine bu arada
Başlamak için uzak diyarlarda
Ve ben sessizce el salladım, ellerimde selpaklar
Zaman ağladı, başlangıç ağladı, ben tıkandım kaldım
Başlangıç uzaklaştı, son kalmıştı şimdi
Bir et, bir tırnak gibi yapışıktı bana bu tavan
Bu küçük odada, takla atan dakikalarla...”
-Hz. Elemterefiş
O meşhur gece aniden uyanmıştım. Karanlık koridora doğru baktım. Hareketsiz bir silüet gördüğümü düşündüm. Sokaktan bir araba geçti, farlarıyla bir anlığına koridoru aydınlattı. Işık, koridor boyunca ilerledi, odamdaki eşyaların gölgeleri birer birer ortaya çıkıp, yokoldular. Tam bu sırada yüzünü gördüm. Avını kıstırmış bir gelincik gibi sırıtıyordu. Hareket edemedim. O da etmedi. Sadece duruyordu. İri yarıydı. Hamile bir gece olduğu belliydi, bir trajedi doğurmak üzereydi. Aniden bana doğru yaklaştığını hissettim. Sakin adımlar, kendinden emin adımlar..Bir trans. Bir baygınlık. This. Daha neler olduğunu bile anlamadan sifonu çekerken buldum kendimi. Yüzümde donuk bir ifade. İçimde buruk bir sevişme kalıntısı. Tuvaletten çıktım, salona gittim. Balkona çıktım. Bir sigara yaktım. Ve sonra bakışlarım balkondan sarkıp düştüler. Herşeyin farkına vardım. (Ay aman gözlerinizi kapayın, buraya bakmayın!). En kötü ihtimalin gerçekleşmiş olduğu kuşkusu, vücudumun orta yerinden kollarıma, bacaklarıma ve kafama doğru gittikçe artan bir sıcaklık ve hızla yayıldı. Yatağıma doğru koştum. Kan lekeleri vardı. İnanmadım. Gözlerimi kapadım. Tekrar baktım. Yoktular. Hayır. Vardılar, emindim. Taze lekelere dokundum. Kendi kendime bir soru sormaya hiç bu kadar çekindiğimi hatırlamıyorum. Sanki kendime o soruyu sormassam, o olayı hiç yaşamamış olacaktım. Dile getirilmemesi gerekiyordu bu tecrübenin. Hayır, bu bir intihar girişimi değildi. Belki de bilinçaltımın emirlerini ve cezalarını yerine getirmekti. Ama işte yatakta kan lekeleri vardı. İçimde buruk bir sevişme kalıntısı. Bakışlarım balkondan sarkıp düştüler.
Bir erkeğin yumurtalıklarında iki adet yumurta(testis) bulunur. Bir erkek, günde ortalama bir milyon adet sperm hücresi üretir. Elim yavaş yavaş erojen bölgeme doğru gitti. Yumurtalığımda bir dikiş, bir rötuş vardı. Ve ben, artık günde ortalama beşyüz bin sperm üretecek olan bir erkektim. Kendimi sifonu çekerken buldum. Kanalizasyonda bu sefer değişik bir yumurta yiyecek fareler. Ne hissediyordum? Bir parçam gitmişti evet, üstelik bunu kendi kendime yapmıştım. Motivasyonum ne olabilirdi? Evet, O’nu bırakmak, kuşkusuz taşaklarımdan birini kaybetmeye benziyordu. Kendim ettim. Onu daha fazla arzulamamak için. Kendi kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Fazla kan kaybetmemiştim. Bundan sonra yeterli sıcaklığa erişmek bir hayli zor olacaktı. Bilinçaltım benden ne istiyordu? Artık konuşma sırası onundu;
Bilinçaltından sevgilerle:
a)
beş vakte kalmaz...kuruyan musluktan akan homurtularla doldurdum küveti, yavaşça içine süzüldüm, gözlerimi kapadım, uzaktayım şimdi.. bişeyler düşünüyorum, önemsiz..gereksiz tasalanıyorum, kendime yepyeni paranoyalar örüyorum iki beden büyük..5 vakte kalmaz...boru homurtusunun içinde yüzüyorum..bi yerde bi takım sular birikmiş,yerlerini arıyorlar..sonu gelmeyen borularda dolaşıyorlar..suratımı kapkara bir düşünce kaplıyor..boşluk...5 vakte kalmaz bulurum aradığımı..o zaman kalkıp gidebilirim rahatlıkla..ama o ana kadar..boşluk..boru'nun "ti" şeklindeki yankısı..örgütlenelim 5 vakte kadar olur mu?silip süpürelim yalnızlığı..keselim taşaklarımızı..haydi bilinçaltı, artık konuşabilirsin, ruhumu kullanarak yasadışı bir örgüt kur...
b)
(Sesindeki zayıflığı örtmek istermiş gibi susturdun beni. Sen de sustun, kürsüdeki mikrofon konuşmaya başladı. Sesindeki zayıflık susmaya hazırdı. Çünkü zaten zayıftı.)
Seninle çok anons dinledik biz. Sen bir karakter oyuncususun. Her role gidiyorsun. İyi hazırlanıyorsun. Alttan almayı iyi biliyorsun. Seninle çok anons dinledik biz. En keskin duyguların, en derin arzuların bende saklı, biliyorsun.
Mesela Tanrı, bilincimizde açan mavi çiçekti. Hatırlıyor musun? Hiçbir bahçeye sığamadı. Hiçbir cehennemi yaratamadı. Onlar (diğer bitkiler) tanrısızdı. Kendiliklerinden oradaydılar. Sorumluluk kabul etmesin bilinçaltı bahçıvanı.
Sen de bir anons yapmıştın ona. "Ey bilinçlerin mavi çiçeği! Beni öyle bir baştan yarat ki..." mikrofon cızırdadı,bağlantı kesildi..Sesinin zayıfladığı yer, farkedilmedi...
Bazı kelimelerde kekeliyoduk, hatırlar mısın? Evet,bu anonsu daha önce de duymuştuk..John Lennon söylemişti...bize hiç kulak asılmadı. Hiç önemsenmedik. Yol, yordam bilemeyip, boşa yorulduk. Çantalarımızı yere bırakalım burda. Yolun geri kalanına hatırlarla devam edeceğiz...
Sonra bir süre güzel yerleri anlatmıştın mikrofonla. Her renk, kamuflaj olarak kullanılmaya hazır birer detaydır. "kahverengi yapraklar arasında çaresizliğimi unuttum..", "mavi deniz yalnızlığımı alıp götürdü" , " bizler göründüğümüz kadar gri değiliz aslında". Ben bu tip durumlarda sessiz kalmayı tercih ederim, biliyorsun, bütün bunları daha önce de görmüş olmanın verdiği sıkıcı ve alışılgelmiş sabır sekansı. Herşeyin tekrar yaşanmasının tekrar yaşanması bu. Tekdüzeliğin sorumluluğu, bizi saçmalamaya itmek üzerine kurulu...Suçu benim üzerime atmıyorsun değil mi? Ben senin söyleyeceğin herşeyi daha önce de duydum. Senin en önemli suç ortağınım!
Ben senin bilinçaltınım...Tanrı benim içimde açan mavi bir çiçektir senin için. Bahçıvan biziz. Tanrı çiçek. Çiçek olmasa bahçıvan olmazdı. Bahçıvan olmasa da çiçek yetişmezdi. Bilinçaltının inanç paradoksu...
E biz bu şarkıyı daha önce de duyduk. Bu programı daha önce de izledik. Daha önce de örtbas ettik zayıflığımızı. Bu ilk değil. Sorumluluk kabul edilsin şimdi.
Diyelim unuttuk, her yeni anons hatırlatmıycak mı bize gerçekleri? "kendinizi gelin,dünyadan uzaklaşıyorsunuz." dedin bana..Bize tutulan aynalar, bize tutulan röportaj mikrofonları, kayıt aletleri, bize ayrılan sürenin sonuna mı geldik ne oldu..ne zaman söyleyecek bişey bulamasak geleceğe sığınırız biz; bütün bir insanı bile oluşturamayan iki unsur. Şunu yapacağım, yapmam gerekiyor, yapmalıyım ilerde, nasılsa olacak hani...kopmak değil, hele sıkılmak asla..bu bir garip çaresizlik, bir garip gizlilik..bastığımız yerler griye dönüyor..senin sessizliğine bakıyorum ve onu okşuyorum..bir yere varıyoruz birlikte bir gün, merak etme...
Seni izliyorum Umut. Hiç hoşuma gitmiyor davranışların. Konseyde onaylanmadı bu tip hareketler. Özellikle vicdanın çok rahatsız! Bunu da konuşacağız şimdi!
Bu bahçeye kim bakıyor? Bahçıvan siz misiniz? Mavi çiçeğimin üzerine bastım, kaderime bişey olmuş mudur?
c)
Yolculuk..beti benzi solmuş emrivakiler köşesidir bu yaratıkların türediği naçizane tren rayı buketi. Şarampole yuvarlanan dalgın bakışlı şöför arkadaşımızın alnına yazılan ve kıçına yapıştırılan kader parçacıkları her saniye kendilerini yeniden gözden geçirir ve en absürd olasılığı en doğal yollardan hesaplarlardı. Bu olasılıklardan yalnızca bir tanesi gerçek olacaktı, evet biliyorduk bunu, ama yine de hesaplamaları uzun uzun yapmaya, onlarca senaryoyu yazmaya pek bir hevesliydiler.. Bunları bana çok eski bir modalı bebek anlatmıştı vakt-i zamanında. "Bundan kelli pırasalara böyle davranılmayacak,onlar da bu vatanın birer evladı, sana söylediğim şey bu değil" sözüyle meşur gıyabi tutuklama kararı paşa'nın tepeden tırnağa buz kestiği çetrefilli gece, ayazın bulanıklığından kendine karizmatik bir gizem payı çıkarmaya çalışıyordu, oysa ki hiç haberi yoktu, karanlığı olmasa kimsenin yüzüne bile bakmayacağından. Çoğu insan geceleri pencereden dışarı kendini görmek için bakar diye düşündürdüm senin bilinçaltın olarak. Sahi bilinç altın mıdır? Söz gümüşse sükut mu altındır? Ya da hangisi üstündür? Ya da hangi bilinçaltı kendini komik zannetmektedir? Saydam yansıma. Serbest meslek sahibi melekler bugün kafama sıçtı. Neyse sözü toparlayalım çünkü konsey kuruldu, sırayla rahatsızlıklarımız gelecek ve bize günün karamsarlık paylarını açıklıycak. Borsalar bu anı heyecanla bekliyor, her intihar, bize %5 oranında faiz olarak geri dönecek...
"Saygıdeğer hırsız! Verdiğimiz geçici rahatsızlıktan dolayı özür dileriz. Blofümüzü yemedin. Yalanlarımızı yutmadın. Ellerimizi tutmadın. Sen bizden kaçtın, biz seni sürekli kovaladık. Duymadın sesimizi, inan biz çok üzüldük. Geçen gün seni minibüste gördük. Dönüp bakmadın, günü değiştirmedin. Allahaşkına söyle, beni kasten mi kendine sevdirdin? Bize sırtını dönme!Eciş bücüş sevgililerini teker teker öldürürüz!"
"Bir robotun hissiyatından türettim ben söyleyeceklerimi sevgili bilinçaltı sakinleri. Yaşayamıyoruz. Yenilenemiyoruz. Geçmiş, geleceğimizi yutuyor. Tükürdüğü yerde, zaman duruyor. Hareketlerimiz, seslerimiz..anlamsızlaşıyor. Hislerimiz bulanıklaşıyor. Fark edilebiliyor mu yokoluşumuz? Bakın tren rayları nasıl da takır takır gülüyor.."
“Evet, testislerinden birini yoketmekle başladı cezan..emirlerimizi yerine getiriyorsun. Ama kızarmış patatesler adına dur ve bekle...gelecekte daha çok şey gelecek başına. Bu sadece bir başlangıç. Zavallı kızdan ve eciş bücüş sevgililerinden ne istedin ki? Yazık değil mi? Ayıp değil mi? Vicdanın olarak, kendini sonsuza kadar en ağır biçimlerde cezalandırmanı emrediyorum!”
"Şöför arkadaşımız da son sözlerini iletmiş bize. Koruma içgüdüsüyle saldıran tuhaf yaratıklar gibi ne yaptığımızın farkında olmadığımızı söylemiş. Sadece hareket, hareket, hareket..Beyine fazla iş düşmüyormuş böylelikle. Ter akar, kan akar, gözyaşı akar. Bedenin yorgunluk belirtileri. Mekanizma yavaşlar. Bağlar çözülür. Yıkım kaçınılmazdır. Hep süregelen bu tekrarın farkına varmak imkansızdır. Bu, şarampole yuvarlanan bir şöförün manifestosudur. Bilinçaltı sakinlerine saygılarımla..."
“Sora sora bağdat bulunur, ama yanlış hesap bağdattan döner ve bütün yollar romaya çıkar!?”
“Sevgilim, tuzu uzatır mısın?”
“Denklem çözümsüz. Bilinmeyenlerin sayısı fazla, bilinenlerse zaten kesin değil. Değişkenler dengesiz, grafik-tersyüz...bütün işlemler geçersiz!”
“Buğulu. Cam oda. Hadi oğlum, hadi...Parmağını gözüne sokarak okuma öğrenemezsin. Titreyen. Perilerin öptüğü ıslak dudaklar. Kafa koparan cam oda. Buğu. Sis. Gölge. Belirsizlik. Hadi oğlum, durumu zorlaştırma. Titreyen. Mor. Elektrikli saç. Ölüyorsun. Ölüyorsun. Seni böyle bırakamam. Buğular içersinde. Cam oda kırılıyor. Tek testis. Tavan parça parça. Çatlaklar. Parmaklarını çek oradan, oğlum...Vücudumuzda kesikler. Yer yer derin. Yer yer yüzeysel. Çınlama. Cam. Tekini kopardığın. Elektrikli gölge. Titreşim. Periler öpecek oğlumu. Gidiyor. Gitmekte. Gidiyorsun. Uğurlar. Talih. Elle tutulmak. Gözle görülmek üzere. Pişman. Dar. Sıkışık. Azalan hacim. Dökülen oda. Buğunun üzerinde okuma egzersizleri. Ama öyle. Ama öyle olmaz. Gözlerin nerede. Gözlerin nasıl. Gözlerin neden. Moral. Teselli ödülleri. Son istek. Son temenni. Son fısıltı. Fenomen. Beklenmeyen. Alaşım. Korkutucu uyum. İstemdışı. Kusurlu. Testis. Bağımlılık. Bağışıklık. Ama. Ölüyorsun. Mor gölge. Elektrik. Dağılma. Yok. Hadi oğlum, hadi başarabilirsin... Kilitlenme. Tutuklanma. Uğultu. Çınlama. Cam odada yayılan çatlaklar. Çıtırtı. Kuşku. Korku. Donma. Soğuk. Buğu. Uyuşma. Boğulma. Nefes. Tehlike. Gittikçe artan kırılganlık. Titreyen uğultu. Kesilen iletişim. Hadi. Peri. Dudaklarda sayıklama. Cam odanın çöküşü. Ölümün. Doğumun. Yıkılışın, oğlum. Kolayca bükülen sentetik gerçekliğin. Ömür. Hadi. Buğulu öpücük. Elektrikli peri. Telesekreterde unutulan. Kaygı. Altyazı. Mesaj. Son. Mor.”
"Trende geri geri giderken gözlerimi kapayıp açarsam zıplıyormuşum gibi geliyor. Raylar bir yükselip bir alçalıyor. Sonra bir rüya görüyorum. Kaşlarımın hepsi birbirine iplikle bağlıymış. Birini çekince hepsi beraber sökülüyor ve elimde kalıyor kaşlarım, bakışlarım saygınlığını yitiriyor böylelikle, özür dilerim sayın bilinçaltı yetkilileri."
Bilinçaltımdaki konuşmalar sona ererken patladı ağzım, sıra bana gelmişti oysa ki..